29 Mart 2015 Pazar

YARIM KALAN HİKÂYE: TAMO DALEKO VO VELEZKO

Yazan: Kadri Bahar
Twitter: @kadrijamusoski

Yıllardır, köyümüz ve köyümüzün insanları hakkında yazmayı istedim ama her defasında başlayıp bıraktım sonunu getiremedim hatta dürüst olmak gerekirse başlangıçlar bile pek olmadı. Bu sefer bi’şekilde başlayıp sonunu getirmeye çalışacağım. Sanırım 3 ya da 4 yaşlarındaydım, ilk defa ailedeki abi, abla, kardeş, kuzen olmadan tek başıma heybetli bahçe kapısından dışarı adım attığımda... Evimizin karşısındaki zeytinliğin bulunduğu arsa o zamanki bakış açımla stadyum kadar büyüktü. Stadyumla kıyaslamamın, futbol manyaklığından ileri geldiği kesindi. Çünkü o yaşta tek yaptığım şey top tekmelekti. Her neyse yazmak istediğim konu futbol değil deyip buraya uhdemi bırakıyorum.

GÖÇMEN & OVDEŞNİ
Mahalle, arkadaş, kavga, küfür ile o günlerde tanıştım. Hayata ve dünyaya 'Merhaba' demek için güzel bir gündü ve evet hayatıma güzel bi' giriş olmuştu. Babaannem ve anneannemin bana seslendiklerinde diğer çocukların bu yaşlı insanların ne dediğini anlamadığını da öğrendim. Nedeni üstüne düşündüğümü ama cevap bulamadığımı da hatırlıyorum. Keza sokaktan resmen sökülerek eve alındığımda bunu anneme sormuştum. Annem sanırım neyi sormak istediğimi tam olarak anlamadığı için beni cevapsız bırakmıştı mecbur cevabın peşine kendim düştüm. Gel zaman git zaman bunun bizim ‘’Göçmen’’ diğer çocukların ‘’Ovdeşni (Yerli)’’ olması ile ilgili olduğunu öğrendim.
Biz göçmen, onlar ovdeşni, biz Yugoslav, onlar yine ovdeşni, biz Makedon olduk onlar hala daha ovdeşni falan derken, sevgili dedem -ki 9 yaşıma geldiğimde kendisinin Partizan saflarında savaştığını öğrendim bizim göç ettiğimiz bir köyümüzün olduğunu ve o köyün adının da Vranofça olduğunu- bana kısaca anlattı. Bu arada belirtmek isterim ki Türkiye’ye göç edildikten sonra değiştirilmek zorunda kalınan kişi adları olduğu gibi köyün adı da Vranofça olarak Türkçe’ye evrilmiş. Köyün resmi adı Gorno Vranovci (Vranovtsi şeklinde söyleniyor). Bu yazıda da köyden Vranofça olarak bahsedeceğim.

MAKEDONYA'DAKİ PARTİZAN ÜSSÜ
Zaman içerisinde kimiz, neyiz, neciyiz soruları ile meşgul olduktan sonra köy ve ahalisi aidiyetin en merkez noktasına oturmuş oldu. Serde Yugoslavcılık da olunca, köy mana olarak sadece ‘’ailemin göç ettiği yer’’in ötesine geçti ve orada kaldı.
Jakupica (Yakupitsa) Dağı'nın eteklerindeki bu dağ köyü 2. Dünya Savaşı’nda Yugoslavya’da Nazi işgaline karşı direniş başlatan Partizan hareketinin Makedonya’daki merkez üslerinden biriydi; belki de en önemlisiydi. Üsküp’e yakın olan ve baskınlara karşı korunaklı olan bu dağ köyünün tek bir giriş-çıkışı vardır. Bu sebeple savunması, güvenliğinin sağlanması çok kolaydır. Partizanlar da konumundan ve ahalinin de Partizan hareketine yakınlığından köyü kendilerine üs yapmışlardı.
NOVA MAKEDONIJA GAZETESİ'NİN İLK BASILDIĞI YER
Nazi işgalinden kurtuluşa kadar bu köyde kalan Partizanlar Makedonya’nın farklı yerlerinde kurup köye taşıdıkları Makedonya Komünist Partisi Merkez Komitesi (Sentral Komitet na Komunisticka Partija Makedonija), ASNOM (Antifašističko Sobranie za Narodno Osloboduvanje na Makedonija-Makedonya Anti-faşist Halk Kurtuluş Konseyi), istihbarat servisi olan OZNA (Oddelenye za Zaştitana Narodot) gibi kurumlarını işgal sonrası Üsküp’te toplamışlardı. Yine Makedonya’nın en eski gazetesi olan Nova Makedonija gazetesinin ilk sayısı bu köyde 29 Kasım 1944’te basılıyor. Bugünkü Makedonya Cumhuriyeti’ndeki milliyetçilerin pek hoşlanmadıkları bir durum olarak bu gazete çağdaş Makedonca'nın ilk yazılı evrağı olarak kabul edilir. 70 yıldır ayakta olan bu gazetenin  çalışanları her yıl 29 kasımda köye gelerek, gazetenin basıldığı matbaa makinesinin bulunduğu müze evi ziyaret etmekteler.


İKİ AİLE HARİÇ TAMAMI TÜRKİYE'YE GÖÇ ETTİ
Köyün tamamının (iki aile hariç) Türkiye’ye göç ettiği bu köyde şu an ayakta kalan bu evler müzeye çevrilmiş. İlk etapta yedi ev müzeye dönüştürülmüşken, zamanla köyde bu evlere sahip çıkacak insan ve devlet kurumu olmayınca sayı üçe kadar gerilemiş (Son durum hakkında gün itibari ile bilgim yok). Bu müze evlerden birinde savaş zamanı şöyle bir olay yaşanıyor. Bu kısmı babaannesi için yazdığı ve her okuduğumda hüzünlenmeme engel olamadığım ekşi sözlükten İtaatsiz’e bırakıyorum (paylaştığım kısım yazının içinden bir paragrafı kapsıyor yazının tamamını okumanızı tavsiye ederim*).
’’...40'lar. Yugoslavya’da Partizanlar savaşıyor. Köyümüz dağ köyü. Partizanlar bizim eve karargah kurmuş. Büyükannem partizanların getirdiği şeker ve un ile onlara baklava yapıyor. Bir gün bir bayrak getiriyorlar, yırtılmış. ’’Diker misin ?’’ diyorlar, dikiyor. O bayrak hala şimdi ‘’Komünist Parti Hatıra Müzesi’’ olan evimizde duruyor. Üzerinde ‘’Dünyanın Bütün İşçileri Birleşin’’ yazıyor. Büyükannem okuma yazma bilmiyor. Ama işte ‘’işçileri iplikle birleştiriyor’’....’’
SAVAŞ SONRASI EĞİTİM SEFERBERLİĞİ...
Aynı evin misafirleri arasında çok önemli kişiler de mevcut, Tito’nun ölümünün hemen ardından kısa süre Yugoslavya’nın başına geçen Lazar Kolişevski ve Partizan generallerinden Cvetko Uzunovski de savaş döneminde bu evde kalıyorlar.
Savaş sonrası tüm Yugoslavya genelinde olduğu gibi Makedonya ve Vranofça’da da eğitim seferberliği başlatılmış. Daha 40’lı 50’li yıllarda 8 yıllık eğitim zorunlu. Ortaokul diyebileceğimiz sınıflarda okuyan çocuklar akşamları okuma yazma bilmeyenlerin evlerinde öğretmenlik yapmaya başlıyorlar. Eğitime gerçek anlamda büyük önem veriliyor, kız çocuklarını okula göndermeme gibi kimsenin bir lüksü yok. Hatta ve hatta babası köyden uzakta tarlalarda çalıştığı için eşek sırtında ona yemek götürmek için evden yola çıkan Mina bile okul önünden geçerken yüzü gözükmesin diye kendisini eşeğin üzerine eğilerek saklamak zorunda. Aksi halde öğretmen okula gelmek yerine babaya yemek götüren küçük Mina’yı da derse almaktadır ve aileye bu konuda ciddi uyarıda bulunmaktadır. Baba aç kalabilir ama çocuklar eğitimsiz kalmamalıdır, nitekimde o köyde yaşadıkları zaman süresince eğitimsiz kalmıyorlar. Kim bilir belki de yıllar sonra başka başka ülkelerde sosyal hayata kolaylıkla entegre olabilmelerindeki sebeplerden biri de belki o tavizsiz eğitim sistemidir.
HER HAFTA 1 AİLE TÜRKİYE'YE...
Yeni yönetim sistemi, savaş sonrası her alanda kalkınma planlamaları ile ülke yeniden şekil almaya başlamışken dünya siyaseti içerisinde sorunlar, ittifaklarla 40'lar geçer gider. 50'lere geçiş ile beraber Yugoslavya ve Türkiye arasında önemli bir anlaşma yapılır. Tito’nun Türkiye ziyaretini gerçekleştirdiği 1953 senesinde iki ülke arasında imzalanan ‘’Serbest Göç Anlaşması’’ ile on binlerce ailenin topyekün hayatını değiştiren olaylar dizisi bu köyü de, insanlarını da teğet geçmez.
(Büyüklerin anlatımı ile) İlk kafile olan beş aile 4 nisan 1955’te sabah 8:00 itibari ile korkunç yağmur altında dört saat boyunca yaya olarak Türkiye’ye göç etmek için trene binecekleri Titov Veles’e (Bugün şehrin ismi Veles olarak değiştirildi) varırlar. Bir yıl boyunca her hafta bir aile şeklinde 1956’da köyün büyük çoğunluğu Türkiye’ye göç eder. Göç etmemeye kararlı 10-15 aile köyde kalır. Issızlık ve daha da artan yoksulluğa dayanamazlar ve yola düşerler. Göç, 1960’ların ortasına kadar sürer ve 2 aile hariç tamamlanır.
TÜRKİYE'DEN, ALMANYA'YA... İKİNCİ GÖÇ...
Kırklareli, İstanbul, Bursa gibi şehirlerden sonra İzmir’e gelinir. Şemikler, Nergis (Yeni Mahalle), Demirköprü, Dedebaşı, Çiğli (Çinliya), Maltepe (Kongo) artık Vranofçalılar’ın yeni yerleşimleri olur. Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra Pa sudbina nas ne od nese vo dalesna Germanija... 1961’de Almanya’ya Türkiye çapında bir göç başlar. Türkiye’den Almanya’ya giden işçi kafileleri arasında Vranofçalılar da vardır. Sırada yeni ülke Almanya ve bugünler...
Belki bundan sonrasına başka birileri devam etmek ister. Yazıyı okuyup eksikleri ya da yanlışları olduğunu düşünenler paylaşımda bulunurlarsa kendi adıma çok mutlu olurum. Son olarak şunu eklemek isterim. Makedonya’nın büyük sanatçısı Vaska İlieva bir Almanya ziyaretinde tesadüfen Vranofçalılar ile tanışır ve hikayelerini dinler ve bu insanlar için bir şarkı yazar. Şarkıyı aşağıdaki linkten dinleyebilirsiniz.

 

Şarkının Türkçe tercümesi için;
http://www.balkanskidom.com/showpost.php?p=7084&postcount=18

*itaatsizin yazısının tamamı;
https://eksisozluk.com/entry/16308132

24 Mart 2015 Salı

YASAKSIZ SAHNE: ÜSKÜP TÜRK TİYATROSU

Düzenleme: Kadri Bahar
Twitter: @kadrijamusoski

TİYATRO HAYATIMIZA BÖYLE GİRDİ
19.yy.’ın ikinci yarısı ile beraber Osmanlı genelinde Avrupa tarzı tiyatro kültür geleneğinin etkisi görülmeye başlanır. Bu doğrultuda ilk etapta İstanbul’da temsil vermeye başlayan tiyatroların etkisi daha sonra imparatorluğun diğer büyük kentlerine de yayılmaya başlar. Özellikle o dönem Balkanlar'da önemli bir kent konumunda olan Selanik’te de Batı tarzı tiyatro temsilleri sahne alır. Etki alanı Manastır (Bitola) ve Üsküp’e (Skopje) yayılan tiyatrolar çok sevilir ve izlenir. Bunu takiben Üsküp’e gelen seyyar tiyatro sanatçılarının sundukları tiyatro gösterileri ile şehir yaşamı canlanır ve değişiklik kazanır.

İLK TİYATRO BİNASI 1906'DA SAHNEYİ AÇTI
Zamanla yabancı seyyar tiyatro grupların sayısı o kadar artar ki, başkent Üsküp’te bu amaç için bir tiyatro binası inşa edilmeye ihtiyaç görülür. Mahmut Şefket Paşa’nın Üsküp Valisi görevine atanmasıyla Üsküp’te inşa edilen ilk tiyatro binası 1906’da sahnelerini açar. Halk nazarında bu bina 'Türk Tiyatrosu' olarak bilinir. O tarihten itibaren de Makedonya’da tüm halklar arasında, özellikle de Türkler arasında tiyatro kültürü gelişme gösterir. Ani bir zaman atlaması yaparak asıl konumuza geldiğimizde;
Resmi adı Milli Kurumlar Türk Tiyatrosu ya da daha sık kullanılan adı ile Üsküp Türk Tiyatrosu’nun kültür geçmişi üstteki kısımda bahsettiğimiz döneme tekabül eder. Sosyalist Yugoslavya’nın kuruluşu ile beraber, ’Tüm Yugoslavya’da yaşayan ulus ve halkların kültür sanat hakları konusunda sahip oldukları eşit koşulları pratikte de uygulanması’ için gereken toplumsal ve siyasi şartlar yaratılmayı çalışılmış ve şehir halk heyetinin 4579 numaralı, 1950 tarihli resmi kararnamesi ile Üsküp’te Azınlıklar Tiyatrosu kurulmuştur. (Aynı şekilde Priştine’de profesyonel manada hizmet veren Arnavut Azınlık Tiyatrosu kurulmuş, Novi Sad ve Subotiça’da Macar Tiyatrosu, Riyeka’da ise İtalyan Tiyatrosu kurulmuştu.)

50'LERİN ORTASINDA 'KADRO EKSİKLİĞİ' SORUNU
1956-57 yıllarında da profesyonel kadro eksikliği, Türk Tiyatrosu’nun çalışmalarını etkileyen önemli sorunlardan biri sayılır. Bu dönemde Türk Tiyatrosu’nda kriz dönemi yaşanır (Bu krizin sebeplerinden biri de tamamen şahsi kanaatim olarak 52 yılında Yugoslavya ve Türkiye arasında imzalanan Serbest Göç anlaşması sonucu ilgili tarihlerde göç edenlerin sayısının giderek artması.)
ÜSKÜP'ÜN KARA HATIRASI: DEPREM
26 Temmuz 1963’te Üsküp’te yaşanan deprem esnasında tiyatro binası yıkılır. Bu sebeple yeni bina yapılana kadar Üsküp Türk Tiyatrosu, Üsküp’teki diğer tiyatrolarla birlikte çalışmalarını Saray semtinde geçici kurulan çadırlar altında 1971 yılına kadar devam ettirir. Aynı yıl tiyatro, İstanbul turnesi gerçekleştirir Musahipzade Celal’in, ’Mum Söndü’ komedisini 20 gün boyunca izleyenlere sunar. Kuruluşu ile beraber hem Makedonya, hem Yugoslavya hem de Avrupa çapında ses getiren tiyatro, bugün hâlâ varlığını devam ettirmektedir. Türkiye’de de tanınan Filiz Ahmet, Ertan Saban ve Erman Saban gibi genç nesil oyuncular Üsküp Türk Tiyatrosu kökenlidir.
NAZIM'IN OYUNLARINI DEFALARCA OYNADILAR
Tiyatro’nun ilginç özelliklerinden biri de Nazım Hikmet’in oyunlarının Türkiye’de sakıncalı olduğu dönemlerde Yugoslavya’da defalarca oynamış ve 1965 yılında Vojdan Çernodrinski Tiyatro Festivali’nde ’Enayi’ isimli oyunla ’En iyi Yönetmen’ ödülü almış olmalarıdır. Tiyatro, dünyaca ünlü Avrupalı ve Yugoslav yazarlara ait oyunlar oynadığı gibi önemli Türk yazarların oyunlarını da sahneledi. İşte sahnelenen oyunlar...

06 Nisan 1965’te Nazım Hikmet-Enayi

11 Haziran 1966’te Aziz Nesin-Toros Canavarı

12 Ocak 1967’de Nazım Hikmet-Şöhret Ya Da Unutulan Adam

25 Şubat 1967’de Necati Cumali-Nalınlar

26 Aralık 1968’de Nazım Hikmet-Kafatası

21 Mart 1970’te Nazım Hikmet-Ferhat ile Şirin

16 Nisan 1972’de Nazım Hikmet-İnek

15 Mayıs 1975’te Aziz Nesin-Gol Kralı

20 Nisan 1978’de  Nazım Hikmet-İvan İvanoviç Var mıydı ? Yok muydu ?

26 Mart 1982’de Haldun Taner-Keşanlı Ali Destanı

12 Haziran 1983’te Nazım Hikmet-Demokles’in Kılıcı

28 Aralık 1986’da Aziz Nesin-Öldürsene Canikom

26 Aralık 1987’de Sadık Şendil-Yedi Kocalı Hürmüz

31 Mart 1990 ‘da Aziz Nesin-Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz

13 Şubat 1993’te Haldun Taner-Lütfen Dokunmayın

05 Aralık 1993’te Haldun Taner-Vatan Kurtaran Şaban

06 Aralık 1996’da Haldun Taner-Sersem Kocanın Kurnaz Karısı

Aralık 1996’da Necati Cumalı-Boş Beşik

Mart 1996’da Vasıf Öngören-Asiye Nasıl Kurtulur

09 Ekim 2003’te Haldun Taner-Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım

06 Mart 2005’te Aziz Nesin-Azizname

NOT: Bu yazı yazılırken http://www.turskiteatar.mk/ sitesinden faydalanılmıştır.

ARNAVUTLUK BAYRAĞI TUTAN TARAFTARA TEPKİ GÖSTERDİ, ŞİMDİ ÖLÜM TEHDİTLERİ ALIYOR

Yazan: Ferhat Demirkıyık
Twitter: @FDemirkiyik

Arnavutluk Süper Ligi’nde 2 gün önce oynanan Apolonia-KF Tirana maçında yaşanan olay sonrası ev sahibi takımın Sırp kalecisi ölüm tehditleri alıyorApolonia-KF Tirana karşılaşmasının 21. dakikasında penaltı kazanan FK Tirana, penaltı hazırlığındayken sahaya giren bir taraftar elinde Arnavutluk bayrağı ile Apolonia kalesine doğru koştu.
'BAYRAK OLDUĞUNA DİKKAT ETMEDİM'
Apolonia’nın Sırp kalecisi Vilson Caković, taraftarın elindeki bayrağı alıp atmak istese de takım arkadaşlarından ve Tirana oyuncularından tepki aldı. Hakem oyuncuları ayırdı, sahaya giren güvenlik görevlileri ise Arnavutluk bayrağı açan taraftarı kontrol altına aldı.
'ÇOK ÜZÜCÜ BİR OLAYDI'
Maç sonu Arnavutluk medyasına konuşan Caković, “Arnavutluk bayrağı olduğuna dikkat etmedim, insanlar beni sahada farklı şeylere teşvik ediyor. Fakat hiçbir Arnavut taraftarı şu ana kadar bana sldırmamıştı” dedi. Ligde 54 puanla 4. sıradaki KF Tirana, maçı Mario Morina ve Gentian Muca’nın attığı gollerle deplasmanda 2-0 kazandı. Apolonia ise 16 puanla ligin 9. sırasında bulunuyor.
'BEN BURAYA FUTBOL OYNAMA GELDİM'
Bugün Arnavutluk medyasına konuşan Caković, “Takım arkadaşlarımın yanımda olduğunu düşünüyorum. Utanç verici bir olaydı ve böyle bir olayın hedefi olmak kötü bir durum. Kalabalıktan elinde bayrakla kaleme doğru koşan taraftar bana doğru ilerledi” diye konuştu. Maç bitene kadar taraftarlar tarafından büyük tepkiyle karşılaşan Sırp kaleci, ıslıkların ve küfürlerin hedef noktası oldu. O dakikaları ise şöyle anlattı; “İnanılmaz bir baskı vardı, maç sonu eve gittiğimde Facebook ve Instagram'dan inanılmaz ölüm tehditleri aldım. Küfür ve hakaret içeren mesajları okumaktan bıktım. Ben buraya futbol oynamaya geldim.”

23 Mart 2015 Pazartesi

TUNA VE SAVA'NIN ORTAK AŞKI: BEOGRAD

Yazan: Fatih Šabović
Twitter: @fatihsabovic

İnsanlık tarihinin dünden bugüne gelişinde büyük rolü olan bir nehir; Tuna... Ve Slovenya, Hırvatistan, Bosna Hersek ile Sırbistan'dan geçen Tuna'nın sağ kolu; Sava... İkisinin ortak aşkı ise, Beograd yani, Beyaz Şehir...
BALKANLARIN BAĞRINDA YORGUN BİR KENT...
Antik çağda, stratejik konumu nedeniyle doğu ve batı medeniyetlerinin tam 115 savaşına sahne olan Beograd, tam 44 kez yerle bir edildi. Antik dönemde Singiler ve Keltler'in hakimiyetinde olan şehir, daha sonra Roma İmparatoru Agustus tarafından fethedildi ve 2. yüzyılda 'şehir' ilan edildi. Orta Çağ'da ise, Bizans, Franklar, Birinci Bulgar Devleti, Macaristan Krallığı, Sırp Despotluğu kentin hakimleri oldular. 1521 senesinde ise I. Süleyman'ın şehri ele geçirmesinin ardından Osmanlı dönemi başladı.
İKİ PARÇA HÂLİNDE AMA BAŞKENT...
Şehrin büyük bölümü, Avusturya-Osmanlı Savaşları'nda zarar gördü ve hakimiyeti Habsburg Monarşisi'ne geçti. 1841'deki Sırp isyanları sonrası, Beograd tekrar bugünkü Sırbistan'ın başkenti unvanını kazandı. 1918'de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dağılana kadar şehir 2 parça hâlinde varlığını sürdürdü. Beograd, 1918'de Yugoslavya'nın başkenti oldu. 2006'da ülke tamamen dağılana kadar unvanını korudu.
MUTLAKA GİDİLMESİ GEREKEN YERLER...
Şehrin tarihsel yönü haricinde, gelip-gittiğim kadarıyla mutlaka ziyaret etmeniz gerektiğine inandığım yerlerini sizler için derlemeye çalıştım;
BELGRAD KALESİ: Kelt Scordisci kabilesi tarafından M.Ö. 3. yüzyılda (yerleşim tam manasıyla gelişmemişken) kurulan kale, şimdilerde Kalemegdan adı ile bilinmektedir.
SKADARLİJA: Terazije Meydanı'na çok yakın olan bir mahalle. Bohem kafeler ve pubların yer aldığı Skadarlija, Türkçe'de "Şarkı söylemek" anlamına gelir. Balkan müziğinin en çok çalındığı, hareketli gece hayatının merkezi...
AZİZ SAVA KATEDRALİ: 1595 senesinde Osmanlı Paşası Sinan Paşa tarafından Sırp Ortodoks Kilisesi'nin kurucusu olan Aziz Sava'nın gömüldüğü düşünülen yere inşa ettirilmiştir. Özgün Sırpça'da 'hram' yani 'tapınak' olarak anılmaktadır.
KNEZ MİHAİLOVA CADDESİ: Türkiye'den örneklemek gerekirse, Beograd'ın Nişantaşı semti, bu cadde boyunca uzanır. Kalemegdan'a giden yol üzerinde kalan ve kentin en işlek caddelerinden biri olan Knez Mihailova Caddesi'nde alışveriş yapılabilecek kaliteli mağazalar, eşsiz Sırp şaraplarının tadılabileceği şık meyhaneler ve benim epey başarılı bulduğum dondurmacılar ile elit kafeler bulunuyor.
SAVA NEHRİ KIYISI VE BARLAR: Muazzam barlar ve en kalabalık gece mekanlarının olduğu yer. Nehrin içindeki tekne-restauranlarda gündüzleri balık çorbası içmenizi tavsiye ederim. Nehir üzerindeki iki katlı mekanlar gündüz restaurant olarak hizmet verir. Geceleri alt kat bara döner ve eğlence sabaha kadar sürer...
STARİ GRAD, ESKİ ŞEHİR: Beograd, Novi Beograd ve Stari Grad olarak ikiye ayrılır. Stari Grad'da tarihi mekanlar ve yapılar çoğunluktadır. Beograd'a yolu düşenlerin yürüyerek Stari Grad'ın altını üstüne getirmeleri gerek!
TERAZİJE MEYDANI: Birçok kişi için çok bir anlam ifade etmez... Ancak benim için öyle değil. İlk kez gittiğimde, Yugoslavya'daki savaş başlamadan önce üniversite öğrencileri ve önde gelen Sırp aydınların burada bizdeki 'Gezi Parkı eylemleri'ne benzeyen eylemler yaptığını öğrenmiştim. Hotel Moskova'yı görmek için bile Terazije'ye gidin derim...
NEHİR TURU: Gittiğiniz mevsime de bağlı olarak, Beograd'da mutlaka nehir turu yapmalısınız. Müthiş güzelliğe farklı bir açıdan bakış için nehir turu çok önemli... Tur ücreti konusunda çok aşırıya kaçılmadığını, fiyatların makul olduğunu da eklemek gerek...
NİKOLA PAŞİÇ MEYDANI: 1891-1918 yılları arası 5 kez Sırbistan Başbakanlığı yapan Nikola Paşiç anısına yapılan meydan, Beograd'ın kalbi diyeceğimiz bir lokasyonda yer alıyor. Arka sokakları ve meydanın ana girişinde şık kafeler bulunur. Gündüz şehir içerisinde gezerken, pit-stop yapmak isterseniz burayı tercih etmenizi şiddetle tavsiye ederim. Gece de bu mekanlarda sakin kafayla oturup espresso içmenin keyfini hiçbir şeye değişmeyebilirsiniz.

ÖNEMLİ NOT: Beograd şehrinin tarihsel kökeni ve bugünlere gelişi ile ilgili bilgiler en.wikipedia.org sitesinden derlenmiştir.

21 Mart 2015 Cumartesi

DÜNYADA EŞİ BENZERİ OLMAYAN EV: İNAT KUÇA

Yazan: Fatih Šabović
Twitter: @fatihsabovic

Ne zaman inatçı karakterimin ön plana çıktığı bir olay yaşansa annem tek bir şey söyler; "Tito damarın tuttu yine..."
Aslında bunu, Novi Pazarlı olduğundan -Çerkes ve Selanik kökenlidir ailesi- ya da Balkanların siyasi tarihine ilgi duyduğundan ötürü söylemez.
Tek sebebi vardır; Balkan insanının inat damarını bilmesi...
1860'LARA DAYANAN BİR GARİP HİKAYE...
İşte tam da bu noktada Saraybosna'daki bir evin hikayesini devreye sokmak istiyorum; İnat Kuça... Türkçe'de 'İnat Evi' olarak anılan bu yapının öyküsü, onlarca sene öncesine dayanıyor; 20. yüzyılın sonlarına, 1860'lara...
Saraybosna'da hüküm sürmeye başlayan Avusturya-Macaristan monarşisi, postane, ulusal müze ve adliye inşa eder. Sıra belediye binasına gelir. Yağışlar yüzünden sık sık taşan Miljacka Nehri'nin kıyısında görkemli bir bina yapılması planlanır.
TEK BİR ENGEL VAR, O DA EV SAHİBİ
Ancak hemen Miljacka Nehri üzerindeki köprünün ayağına belediye binasını inşa etmeyi hayal eden koca Avusturya-Macaristan imparatoru, bu hayalinin karşısında, "Ben bu evi size yıktırmam" diyen Boşnak bir ev sahibi bulur.
Adı günümüzde bile bilinmeyen Boşnak ev sahibi, belediye binasının yapımına onay vermek için tek bir şart koşar; "Bu evin aynısını, nehrin karşısına inşa edin."
"KARŞI TARAFTANDIM, SİZE EVİ VERMEDİM"
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na bağlı görevliler, Boşnak adamın evini santimi santimine, hangi tuğlanın hangi tuğla üzerine denk geldiğine kadar bakarak, büyük titizlikle nehrin karşı kıyısına taşır. İsteği gerçekleşen ev sahibi, sonunda muradına ermiştir. Şimdilerde restaurant olarak kullanılan evin adı ise, "İnat Kuça" olarak kalmış. Evin girişindeki bir tabelada bugün bile, "Karşı taraftandım, inadımdan size evi vermedim" yazıyor... Hiçbir Balkanlı'nın, damarına basmamanız dileğiyle...

19 Mart 2015 Perşembe

GÖÇMEN DÜĞÜNLERİNİN NEŞESİ: TAPANİ

Yazan: Kadri Bahar 
Twitter: @kadrijamusoski

İzmir’de her göçmenin hayatının belli anlarında olmazsa olmazı tapaniler olmuştur. Kendi kültürümüz içerisinde en sevdiğim şeylerden biri düğünlerde ya da benzeri ortamlarda bu orkestradan müzik dinleyip, çaldıkları oroları (kolo-horo-halay) oynamaktır. Orkestranın mahalleye gelişi, müziğe başlamaları hep bir ritüeldir.

BİZDE ADET BÖYLEDİR...
Önce düğün günü, düğün sahibi ile kararlaştırılan saatte –hava kararmadan önce olur bu saat-orkestra mahalle yakınındaki kahvehane ya da çay ocağına gelir. Düğün evinden seçilen bayraktar orkestrayı bulundukları yerden alır (Çayların hesabını da öder). Mahalleye girmeden müzik çalınmaz en fazla enstrümanların akordu yapılır. Mahalle başında önde bayraktar, arkada orkestra 9/8 yada 2/4 ritmli şarkı çalarak düğün evine doğru hareket eder. Düğün evine gelindiğinde düğün sahibi elinde havlularla hazır bekler, düğün evinin önünde bayraktar ve tapaniler 3 tur atarlar, bu arada ev sahibi hepsine el havlusu armağan eder. Turlama bitince ilk oro için 7/8 ritmli şarkı çalmaya başlarlar. İlk şarkı düğün sahibinden ekstra bir istek gelmez ise genelde, "Od Vardara Pa do Triglava" olur. Bu genellemeye uymayan bazı durumlar da söz konusudur elbette. Aynı ritmlerde kesintisiz 3-4 şarkı çalındıktan sonra ritm hızlandırılır ve oro daha hareketli hale getirilir, orodan kopmalar başlayınca da oro sonlandırılır. Bu safha geçince orkestra yemek yemek için ev sahibi tarafından ağırlanır bu düğün evinde de olabileceği gibi, lokanta vesairede de olabilir. Havanın kararması ile orkestra tekrar düğün alanında yerini alır.

SAAT 23.00'TE ORTAK EĞLENCE
Torbeşler olarak bizlerin düğünlerinde bayanlar için ayrı müzik grubu tutulur, bu grup genelde org, saksafon ve davuldan oluşur. Tapaniler bayların bulunduğu kısımda oro ağırlıklı bazen harmandalı (Sünnet ise) bazen de roman havası (Kafalar iyice 'kıyak' olunca) çalarlar. Saat 23.00 gibi tapani grubu bayanların bulunduğu tarafa orolar eşliğinde giriş yapar ve kadınlı erkekli olarak son 1 saat tüm davetliler tapani eşliğinde eğlenir. Düğün ve sünnette bu son bir saat içinde çalınan şarkılar genelde aynıdır. Düğünde Zetosko Oro, Oğlan Oğlan, sünnette ise Harmandalı kesinlikle çalınır. Bu arada sokak düğünlerinin AB uyum sürecinde yasaklandığı güzel ülkemizde bu yasak henüz, Karşıyaka-Çiğli ve Çamdibi'ne uğramadı. Katı gelenekçi-görenekçi biz göçmenlerde bu yasağa karşı genel direniş devam ediyor. Fakat kentsel dönüşüm hamleleri ile beraber yakın zamanda sokak düğünleri ve tapani kültürünün ortadan kalkması kaçınılmaz gibi gözüküyor. Yine de bu semtlerde özellikle temmuz-ağustos ayları boyunca her sokakta en az iki yerden bu orkestraların enstrümanlarından yükselen, pesni (pjesme-halk şarkıları) orolar duyarsınız. Bir de asker eğlencelerinde bu coşkuyu yaşarsınız. Öyle ki 27 yaşında askere anca gidebilen bana da "Ya bajçe** asker eğlencesi yapmıyor musun" dediklerinde haliyle kazık kadar adam olmuş birisi olarak istememiştim ama göçmen adamın;
1- Sünnetinde
2- Askere gidişinde
3- Düğününde kapısında tapani çalınmalıdır, çalınmazsa göçmenliği deforme olur!
Yazılı olmayan anayasamızın değiştirilemez maddelerini ben pas geçsemde başkalarının geçmeyeceğini düşünemedim....
BİZDE HÜZÜN DE BİR ADET...
Evde tüm aile bireyleri, dostlar, müstakbel eşim, yakın aile dostları otururken uzaklardan, "Od Vardara Pado Triglava"yı duyunca gözlerim kızarmaya başladı. Tarifi olmayan bir sürpriz yaşadım. Ev bir anda hareketlendi, herkes önce bahçeye sonra da oronun an be an büyümesinden dolayı yetersiz kalan bahçemizi aşıp yola doğru geçti. Final de evin içine doğru içi su dolu üstüne zeleni (yeşillik) konmuş testiyi tekme ile kırıp, içindeki sudan bir yudum içip, üzerinize biraz su serpildikten sonra "Alla emanet" ("H" harfi biz Makedonyalılarda büyük sorun) denilip yolcu edildim...

SİZİ DE YOLCU EDİP, KARŞILASINLAR...
İzmir'in Karşıyakası'nda, diğer göçmen semtlerinde zoraki gurbete gidişlerinizde de, düğün&derneklerinizde de, eve döndüğünüzde de kapınızda hep sizi tapaniler, sevdiğiniz pesnilerle karşılasın. Düğünlerin ilk şarkısı, askerin yolcu şarkısı hep Vardar'la başlasın Triglava'yla sonlansın... Bu yazıyı yazarken tapani videoları tararken 1985’e ait bir sünnet videosuna denk geldim. Biraz nostalji, biraz eğlence: