31 Ocak 2017 Salı

YUGOSLAVYA'NIN ATOM BOMBASI: ÇETNİK SELAMI

Yazan: Fatih Šabović & Cengiz Han Muratović
Twitter: @fatihsabovic & muratogluc

İnsan icadı ürünlerin tamamı ortak amaca hizmet edemez. Einstein 1905 yılında atomun parçalanabileceğini öne sürerken, bunu ileride devasa derecede enerji ortaya çıkaran bir kitle imha aracı yapabilmek amacıyla kurgulamamıştı.
Keza bu silahın yapılması için Başkan Franklin Delano Roosevelt’e mektup yazdıktan sonra da pişmanlığını dile getirmişti: “Hayatımdaki en büyük hatayı Başkan Roosevelt’e, atom bombası yapılması için yazılan mektuba imzamı koyduğum an yaptım.


‘TEK GERÇEK ORTODOKS’OLDUKLARININ İSPATI!
Dini sembol olan 3 Parmak İşareti’nin de ilk yapıldığı zamanlarda; ileride bir gün toplu katliamlara imza atan para-militer grupların simgesi olacağı, milliyetçiliğin kara baharında parlayacağı muhtemelen düşünülmemişti.
3 Parmak İşareti; Sırp toplumunun Hıristiyanlık’la tanıştığı dönemden itibaren günlük hayatın önemli bir parçası oldu. Hıristiyanlık’ta yaşanan mezhep ayrımlarının ardından Sırpların Ortodoks Kilisesi’ne bağlanmasıyla birlikte, istavroz ritüellerinde değişiklikler meydana gelmişti. Katoliklerin aksine -5 parmağı birleştirerek yukarı, aşağı, sol ve sağ yönlerinde tek tekrarla ‘Baba, Oğul, Kutsal Ruh’ söylemiyle beraber- Sırp Ortodoksları istavrozu; baş, işaret ve orta parmaklarını birleştirerek yukarı-aşağı-sağ ve sol yönünde çıkarıp 3 tekrarlı ritüel hâline getirmişti.
Bu ayrımın devamında Sırp soyluları ile halkı, dini yeminlerinde, günlük sohbetlerinde ve selamlaşma şekillerinde bu hareketi kullanmaya başladı. 3 Parmak İşareti’nin, Sırplar tarafından sahiplenilmesindeki en önemli noktalardan birisi de, ‘tek gerçek Ortodoks’ olarak kendilerini görmeleri ve bu bağlamda fark yaratma arzularının ortaya çıkmasıydı.

İSYANLARDAN KALAN MİRAS
Osmanlı Devleti’ne karşı, Balkanlar’daki ilk ayaklanmaların Sırplar tarafından başlatılması ile ‘Sırp kimliğini’ dışa vurma, isyanlarda halkı birleştirme, ayrıcalıklı gösterme çabaları da Üç Parmak’ın yayılmasına zemin hazırladı. İlk isyanlarda Sırp ayaklanmasının liderlerinden Karadjordje (Kara Yorgi), üç parmağını birleştirerek isyancılara ateşli konuşmalar yapıp, ‘birlik ve beraberlik’ mesajları vermiş; Bu dönemlerde Üç Parmak birleştirilerek yapılan hareket, dini anlamlarından daha farklı manalara gelecek şekilde kullanılmıştı. Karadjordje’den sonraki Sırp isyancılar da, Üç Parmak’ı aynı amaca hizmet edecek biçimde ve tarzda uygulamaya devam etti.

İSTAVROZDAKİ ‘ÖLDÜRÜCÜ’ DETAY
Birinci Dünya Savaşı’ndaki Pan-Slavist hareketlerin arasında Üç Parmak’a dair herhangi bir resmi bulguya rastlanmasa da, İkinci Dünya Savaşı’nda katliama uğrayan Sırpların diğer Hıristiyan halklardan ‘ayrılması’ adına bu hareket önemli bir kırılma noktası oluşturmuştur.
Bu noktada, bir anekdota değinmekte yarar var ki; İkinci Dünya Savaşı’ndaki köy baskınları esnasında, Katolik ve Ortodoks halklar, farklı istavroz ritüellerinden faydalanılarak birbirlerinden ayırt edilmiştir. Katliamlar da, bu doğrultuda gerçekleştirilmiştir.

‘MODERN’ FORMDA İLK KEZ 1988’DE GÖRÜLDÜ
Hareketin modern dönemde bir sembol hâline dönüşmesi ise, 1988 yılına dayanmaktadır. Söz konusu dönem, çok kültürlü ve çok bileşenli Yugoslav toplumunun derinlerine inen milliyetçi köklerin, gün yüzüne çıkışını temsil etmektedir. Srem’de yaşayan Sırplar, kendi şehirlerindeki Arnavut, Hırvat ve Sloven kökenli toplulukların 2 parmakları –orta ve işaret- ile yaptığı zafer işaretine Üç Parmak hareketi ile karşılık vermiş, böylece geçmişte birleşik olan parmaklar da ilk kez bu dönemde birbirinden ayrı hâlde kullanılmıştır.

‘ASIL MUCİDİ’ DRASKOVIC DEĞİLDİR
Yaygın inanışa göre, parmaklar birbirinden ayrı tutularak yapılan ilk Üç Parmak selamı Sırp yazar ve politikacı Vuk Draskovic’e mâl edilse de, Takovo İsyanı’nı betimleyen Paja Jovanovic’in tablosundan esinlenen ilk kişi o değildi. Bahsedilen tabloda, resmedilen Milos Obrenovic, ikinci ayaklanma sırasında halkı sağ elinin üç parmağını kullanarak selamlıyordu. Tarihçi Dragan Petroviç’e göre bu tablodan esinlenenler arasında Mirko Joviç ve Jovan Raskoviç de bulunuyordu. Ve asıl fikir de bu iki isme aitti.
Vuk Draskovic, bir röportajında 3 parmak ayrı tutularak yapılan ilk selamlamanın, 1990’daki bir parti toplantısında gerçekleştirildiğini söylemiştir. Draskovic’ten ilham alan parti destekçileri, iç savaş arefesinde Mart 1991’deki Belgrad sokak olaylarında ‘yeni formattaki’ selamı tekrar sokağa taşımıştır. Daha sonra ‘Sırp milliyetçiliğinin sembolü’ olarak da anılacak hareket, Yugoslavya İç Savaşı’nda Sırp paramiliter gruplarca da simge hâline getirilmiştir.

BOSNA KATLİAMIYLA ÖZDEŞLEŞTİ
Siyasi tansiyonun ateşlediği Sırp paramiliter gruplar, Bosna’da düzenledikleri katliamlar sırasında katliam mağdurlarına Üç Parmak selamı verdirmek için serçe ve yüzük parmaklarını keserek işkence yapıyordu. Aynı gruplar, baskın yaptıkları köylere ve yerleşim bölgelerindeki duvarlara Üç Parmak resmini çizerek iz bıraktı.

SPORA İLK GİRİŞİ DELİJE İLE...
Üç Parmak işaretinin Yugoslavya’daki spor alanlarına girişi, siyaset etkisi ve Sırp milliyetçiliğini perçinlemek adına Kızılyıldız Kulübü çatısı altında kurulan Delije taraftar grubuna dayanır.
Sırp Savaş suçlusu ve ‘Kaplanlar’ adlı örgütün başındaki Zeljko Raznatoviç nam-ı diğer Arkan, 1989’da kurulan Delije grubuna uzun süre liderlik yapmıştır. Hatta Yugoslavya’da iç savaşı tetikleyen Dinamo Zagreb-Kızılyıldız maçında çıkan olayların baş aktörleri de Arkan ve Delije grubudur. Üç Parmak selamı, Delije tarafından kitle hâlinde yeşil sahalara taşınmıştır.

IVKOVIC VE OBRADOVIC BÖYLE SEVİNDİ
Yugoslav İç Savaşı’nın son günlerinde Yunanistan’da gerçekleştirilen Avrupa Basketbol Şampiyonası ise, hareketin uluslararası platforma taşınmasına sebep oldu. Turnuvayı Dusan Ivkovic ve yardımcısı Zeljko Obradovic yönetiminde şampiyon tamamlayan Yugoslavya Milli Takımı, kürsünün 1. basamağına adım attığında bir anda iki ellerinin üçer parmağını birden havaya kaldırarak sevinç yaşadı. Üç Parmak hareketli bu sevinç esnasında, turnuvayı üçüncü tamamlayan Hırvat Milli Takımı kürsüde yer almamayı tercih etti.

PEJA SIK SIK SELAM VERİRDİ
Spor hayatında Üç Parmak’ın yer bulduğu ilk olaydan sonra ‘selamlaşma’ Sırp sporcular arasında son derece yaygın bir hâle geldi. Öyle ki bu ritüel, parkelerden yeşil sahalara, tenis kortlarından yüzme havuzlarına kadar birçok spor alanına girmeye başladı. Sırbistan’ı NBA’de temsil eden Peja Stojakovic, üç sayılık basketlerinin sevincini yaşarken sık sık 3 parmağını havaya kaldırırdı.
NBA’e adım attığı ilk günlerde kendisine ‘ağabeylik’ eden Stojakovic-Vlade Divac ikilisinden etkilenen Hidayet Türkoğlu dahi, milli forma altında Hırvat tribünlerine üç parmağını havaya kaldırarak tepki göstermişti. Yakın dönemde de Bodiroga’dan Teodosic’e kadar birçok Sırp basketbolcu, bu hareketi sevinç gösterileri ve selamlaşmalarında kullandı-kullanıyor.

KEZMAN, FENERBAHÇE’DEYKEN YAPTI
Kariyerinde Fenerbahçe’de de görev yapan Sırp golcü Mateja Kezman, sarı lacivertli forma ile attığı bir gol sonrası sevincini Üç Parmak İşareti ile yaşayınca, taraftar tepkilerinin odağında yer almıştı.

DJOKOVIC’İN ‘GALİBİYET SİMGESİ’
Tenis kortlarında kazandığı zaferlerin, “Tüm Yugoslav halkları için” olduğunu dile getiren Sırpların dünyaca ünlü tenisçisi Novak Djokovic, neredeyse galip tamamladığı her maç sonrası yine Sırpların simgesi olan Üç Parmak İşareti’ni yapmaya devam eden isimler arasında yer alıyor. Öte yandan Sırpların büyük zaferlere imza attığı su topu milli takımı oyuncuları da galibiyetlerinin ardından bu ‘milli selamı’ sıkça veriyor.

TOŞİÇ’İN BAŞI ÇOK AĞRIDI
Üç Parmak selamı ile en son gündeme gelen sporcu ise tanıdık bir isim; Duşko Tosic… Beşiktaş’ın sol beki, Sırbistan Milli Takımı’nın Arnavutluk deplasmanında 2-0 kazandığı maçta gol sevincini ‘milli sembol’ ile yaşayınca epey başı ağrıdı.
Öyle ki Gençlerbirliği’nde oynadığı dönemde Kosovalı bir tercümanla çalışan, takımdaki en yakın arkadaşı da Boşnak Ermin Zec olan Tosic bile gelen tepkilerin ardından bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Sırp futbolcu, hareketin bir militan sembolünden ziyade üye bulunduğu toplum arasında bir selamlaşma ve zafer ifadesi olarak yer aldığını belirtti.

‘ÜÇ PARMAK’IN ANLAMLARI...
* Sırplar için Üç Parmak, “Baba, Oğul ve Kutsal Ruhu” simgeler.
* Ortodoksların istavroz ritüeli de birleştirilen üç parmak ve üç tekrardan oluşuyor.
* Üç Parmak, Sırplar için saygıdeğer kişilikler olan, Aziz Sava, II. Petar Petrovic-Njegos ve Djordje Petrovic’i de sembolize ediyor.

PEKİ KİM BU ŞAHSİYETLER?
Aziz Sava (1174-1236)
Sırplar için en kutsal, tarihsel ve dini lider. Sırp prens, Ortodoks keşiş, Otosefal Sırp Ortodoks Kilisesi’nin ilk Başpiskoposu, Sırp hukukunun ve edebiyatının kurucusu ve diplomat.

Djordje Petroviç (1768-1817)
Nam-ı diğer Karadjordje (Kara Yorgi) Osmanlı Devleti’ne karşı Sırpların başlattığı ilk ayaklanmanın lideri ve sonradan bağımsızlığını kazanan Sırbistan’ı uzun süreler yöneten Karayorgeviç hanedanının atası.

II. Petar Petrovic-Njegos (1813-1851)
Karadağ prens-piskoposu. Hükümdarlığı süresince Karadağ’da çok sayıda reforma imza attı, jandarma örgütünü kurdu, okullar açtı, Karadağ’daki ilk basımevini kurdu. Osmanlı Devleti’ne karşı isyanlar örgütledi. Aynı zamanda başarılı bir şairdi.

ÇETNİKLER HAREKETİ
II. Dünya Savaşı’nda işgalci Mihver kuvvetlerine ve Hırvat işbirlikçilerine karşı direnmek amacıyla ortaya çıkan, ama daha çok Partizanlar olarak bilinen Tito’ya bağlı komünist gerillalarla çarpışan radikal milliyetçi, monarşist Sırp gerillalar. Yugoslav İç Savaşı’ndaki bazı paramiliter gruplar da Çetnikler’in izinden gitmişti. Günümüzde hâlen, Sırp toplumunun belli bir azınlığında düşünce ve hayat tarzı olarak yaşatılan bir olgudur.

Çetnik bayrağında ne yazar?
Amblem üzerinde, “Kral ve Anavatan için” altında ise, “Özgürlük veya Ölüm”.

15 Ocak 2017 Pazar

PARTİZAN'IN 10 YILDA ÇALDIĞI 3 ŞAMPİYONLUK

Yazan: Şahin Amit
Twitter: @000blackeagle

Takvim yaprakları 1986 yılını gösterdiğinde Yugoslavya halkının en büyük ilgiyi gösterdiği spor organizasyonlarından biri olan Prvenstvo Jugoslavije (II. Dünya Savaşı sonrası resmi olarak 1945 yılında başlayan Yugoslavya Birinci Ligi’nin 41. sezonu) başlamıştı. Bir tarafta en büyük favorilerden -1953 yılında ordunun 'resmi' takımı olmaktan çıksa da- Partizan, Yugoslavya halkının şampiyonu Kızılyıldız ile Dinamo Zagreb, Hajduk Split ve FK Sarajevo ardı sıra diziliyordu. Öte yanda ise, coğrafi olarak Yugoslavya'nın 'küçük' ama siyasi açıdan önemli kenti Üsküp'ün kendi yağında kavrulan takımı Vardar yer alıyordu. Adını; bir Osmanlı eseri olan Taşköprü'nün üzerinden geçtiği (diğer adıyla Fatih Sultan Mehmet Köprüsü) Vardar Nehri'nden alan bir kulüp...
Yugoslavya'nın pek çok kulübünde olduğu gibi FK Vardar da, işçi sınıfı tarafından kurulmuş, kâh birinci kâh ikinci ligde mücadele etmiş ama buna rağmen kent halkının en büyük gurur ve eğlence kaynağı olmuştu.



PARTİZAN'IN ARDINDAKİ DESTEKLER
Hikâyenin başına dönecek olursak, her şey 1945 yılının Ekim ayında başlıyor. Partizan Kulübü o tarihten itibaren; KOS (Kontraobavestajna Sluzba - Yugoslavya Milli İstihbaratı) ile NOV (Narodnooslobodilacka - Yugoslavya Kurtuluş Ordusu) ve NOV'un demirbaşları olan Partizanlar'ın kurduğu Jugoslovensko Sportsko Drustvo (Yugoslavya Spor Birliği) tarafından başarılı olması için daima desteklendi. Ve uzunca bir süreçte, siyah-beyaz renklerinden yalnızca 'siyah'la futbol tarihine geçti.

PARTİZAN İSTEDİ, KIZILYILDIZ ZİRVEYE ÇIKTI
Partizan Kulübü'nün kurulma amacı, Yugoslavya'nın gücünü ve birliğini göstermekti. Bunun için Yugoslavya genelindeki bütün başarılı sporcuların bir arada toplanmasına karar verildi. Aslında bu fikrin temelinde, 'Yugoslav ırkının öncü takımını kurma' teması yatıyordu. Partizan sayesinde, Alman ve Sovyet takımlarına karşı Avrupa kupalarında üstünlük sağlama amacı da hayata geçecekti.
Ancak haklının ve halkın her zaman kazandığını bizlere 1991 yılında Kızılyıldız'ın elde ettiği Avrupa Şampiyonluğu bir kez daha gösterdi.



USTAŞALAR VE SİYAH-BEYAZ FORMA
Partizan Kulübü'nün güçlü olabilmesi adına yıllar içerisinde her şey göz ardı edildi. Bağımsız Hırvatistan Devleti'nin yetenekli futbolcularından Franjo Glazer, Miroslav Brozovic, Florijan Matekalo, Zlatko Cajkovski ve Stjepan Bobek gibi Ustaşa olanlar dahi siyah-beyazlı camiaya dahil edildi.
Söz konusu futbolcuların milliyetleri, siyasi görüşleri o dönemki başkent Beograd'ı ve komünist yönetimi rahatsız etmemişti. Komünist iradeye karşı halkı sınıflandırabilecek potansiyele sahip olan Kızılyıldız Kulübü de, söz konusu Partizan takviyelerinde çok sayıda oyuncusunu kaybeder. Devlet baskısı ve çeşitli tehditlerle, bazı Kızılyıldız futbolcuları, Partizan'a (Belki bilirsiniz, Nazi Almanyası da, Avusturya ve Polonya'nın yıldız oyuncularını bu tarz yöntemlerle Almanya Milli Takımı'nda oynatmıştı) kazandırıldı.

FK VARDAR VE ANDON DONÇEVSKİ

Yugoslavya hem krallık hem de komünizm döneminde çok sayıda milleti bünyesinde barındırmıştır. Bu nedenle, "Partizan'ı Yugoslav halkının takımı yapma" fikri ütopyadan öteye gidememiştir. O dönem, günümüz Hırvatistan'ında doğanlar Dinamo Zagreb veya Hajduk Split, Sarajevo'da doğanlar FK Sarajevo ya da Zeljeznicar, Üsküp'te doğanlar ise FK Vardar'ı tercih etmiştir.
Futbol Yugoslavya'da endüstriyelleşmeye başlayana dek bu düzen aynı şekilde sürmüştür. Hikâyemizin baş kahramanı FK Vardar'ın 'gayri resmi' şampiyon olduğu sezondaki teknik direktörü de, uzun yıllar Vardar forması giyen Üsküp doğumlu Andon Donçevski'ydi. Takımın o sezonki futbolcularının da neredeyse tamamı Üsküp doğumluydu.

GÖRÜNÜRDE 11 ŞAMPİYONLUK VAR AMA...

Komünist Yugoslavya'nın kısa ama ihtişamlı tarihinde Kızılyıldız 19, Partizan 11, Hajduk Split 7, Dinamo Zagreb 4, Vojvodina 2, Sarajevo ve Zeljeznicar ise 1'er şampiyonluk kazanabilmiştir. Ancak bu istatistikler özünde, bir yalandan ibarettir. Çünkü Partizan Kulübü 3 şampiyonluğu yasa dışı şekillerde elde edilmiştir. Bu şampiyonluklardan biri Hajduk takımından, biri Kızılyıldız'dan, diğeri de Vardar'dan çalınmıştır.



HAJDUK VE KIZILYILDIZ'A YAPILANLAR...
1982-83 sezonunda Hajduk, son haftaya kadar lider gidiyordu. Son hafta Karaburma'da OFK Beograd ile maçları 1-1 bitti. Bu haber Beograd'a ulaşınca, o esnada 1-1 devam eden Partizan-Ljubljana mücadelesi, bu skor Partizan'a yetmediği için siyah beyazlılar gol atana kadar uzatılmıştı. Maçı 2-1 alan Partizan şampiyonluğunu ilan etmişti.
1985-86 sezonunda ise Kızılyıldız, şampiyonluğunu ilan etmişti. Ancak sonradan, bir anda 12 takım cezalandırıldı ve son hafta maçlarının tamamı iptal edilip tekrar oynatıldı. Partizan'ın 3-0 kaybettiği karşılaşma iptal edilmedi ve siyah beyazlılar 3-0 hükmen galip ilan edildi. Asıl konumuzu ise 1986-87'de Vardar'ın çalınan şampiyonluğu oluşturuyor.




2 KIRMIZI KART, 2 PENALTI VE BERABERLİK
Tarihler 29 Haziran 1987'yi gösteriyordu ve mahkemede karar günü gelip çatmıştı. Öncesinde; normal sezon çoktan bitmiş, ilk devre ve ikinci devreyi lider bitiren Vardar, şampiyon olmuştu. Hem de sonradan mahkeme kararı ile şampiyon ilan edilen Partizan'la iç sahada 0-0 berabere kalınmıştı. Beograd'daki maçta ise Vardar ilk yarıyı 2-0 önde kapatmış, ikinci yarı 2 kırmızı kartla 9 kişi bırakılan Üsküp ekibi 2 penaltıdan 2 gol yese de yine de beraberliği 2-2 ile kurtarmıştı.
Yugoslavya Futbol Federasyonu'nun o dönemki başkanı Slavko Sajber, FK Vardar'ı şampiyon ilan etmişti. Ama Partizan Kulübü buna itiraz etti ve mahkemeye başvurdu. Fakat Partizan, Yugoslavya Futbol Federasyonu'nu (FSJ) normal mahkeme yerine sadece kağıt üzerinde varlığı bulunan İşçi Birliği Mahkemesi'ne 
(Udruzenog Rada) şikayet etmişti.

10 YILDA 3. ŞAİBELİ ŞAMPİYONLUK

29 Haziran 1987'de mahkeme kararını açıkladı. Saatler 12.45'i gösterirken, Yugoslavya halkını sarsacak ama şaşırtmayacak karar duyuruldu: Vardar'ın 6 puanı silindi ve şampiyon takım ligi 5. sırada tamamladı. Bunun yerine sezonun resmi şampiyonu olarak Partizan gösterildi.
O yıl Partizan'ın kadrosunda, sonradan Fenerbahçe'de oynayacak olan günümüzün Kosova Futbol Federasyonu Başkanı Fadıl Vokri ve daha sonraları İstanbulspor'da forma giyecek olan Fahrudin Omeroviç de vardı. Partizan, Vardar'dan mahkemeyle aldığı şampiyonlukla, 10 yıl içerisinde 3. kez şaibeli bir zafere(!) uzanmıştı.

BÜYÜK GURURLA, TARİHE GEÇTİLER

Böylece  Partizan, şampiyon olmakla kalmayıp; dünya üzerinde mahkeme -hem de gerçekte var olmayan bir mahkeme- kararı ile şampiyon ilan edilen ilk kulüp olmuştur. Mahkeme kararıyla şampiyonluğa rağmen ertesi sezon Yugoslavya'yı Avrupa'da Vardar temsil etmiştir. Üsküp ekibi, ilk turda o yıl şampiyonluğa ulaşacak Porto ile eşlemiş, iki maçı da 3-0 kaybetmiş, ancak onurlu duruşuyla adını futbol tarihine altın harflerle kazımıştır...



NOT: Yazıda Yugoslavya'nın eski spor muhabirlerinden Milojko Pantic'in röportajlarından faydalanılmıştır. Vardar'ın, Partizan ile Beograd'da oynadığı maçla alakalı bilgiler, kulübün o dönemki başkan yardımcısından -birinci ağızdan- alınmıştır.
Öte yandan 1991 yılında Kızılyıldız Avrupa'da şampiyonluk elde ettiğinde bir futbolcu -adı bende kalsın- şunları söylemişti:

"Bu şampiyonluk için devlet bizi asla affetmeyecek. Ama biz bu şampiyonluğu Makedon, Hırvat, Sırp, Boşnak, tüm halklarımıza armağan ediyoruz."
Söz konusu futbolcu, 1986-87 sezonunda Vardar'ın 'tüyü bitmemiş' bir oyuncusuydu.
Araştırmak isteyenler, Partizan-Vardar maçlarını Youtube'tan bulabilir. 
Sırpçası olanlar, internette "Sajberovi Istine" diye aratırsa, Split ve Kızılyıldız’ın çalınan şampiyonlukları hakkında bilgilere ulaşabilirler.

15 Kasım 2016 Salı

YUGOSLAVYA & SSCB - KARDEŞLİKTEN DÜŞMANLIĞA





Yazan: Kadri Bahar
Twitter: @kadrijamusoski

"...Müşterek düşmanlarımız, Kızılordu'nun yaptığı tecavüzlerle, böyle şeylere müsamaha etmeyen İngiliz subaylarının davranışını mukayese ederek bu meseleyi aleyhimizde istismar etmektedirler.
Vatandaşlar tarafından yapılan yazılı şikayetlere göre; ırzına geçilen yüz yirmi bir kadından yüz on biri aynı zamanda öldürülmüş ve bin iki yüz dört yağma ve tecavüz vakası olmuştu. Kızılordu’nuın, Yugoslavya’nın sadece kuzey doğu köşesinden geçtiği düşünülürse bu rakamların manası daha iyi anlaşılır."
- Milovan Djilas

Yugoslav ve Sovyet liderleri arasındaki ilk çatışmanın sebebi benim bu sözlerimle diğer birkaç meseleden ibaretti…

"...Kendi harap öz vatanında, sevgili yoldaşlarının cesetleri arasında, Stalingrad’dan Belgrad’a kadar binlerce kilometrelik yolu dövüşe dövüşe giden bir adam tasavvur et. Bu adamın hareketi normal olabilir mi? Bu korkunç sahnelerden sonra onun bir kadınla biraz eğlenmesinden bu kadar dehşete düşecek ne vardı? Sen Kızılordu'yu ideal ve numunelik olarak tasavvur ediyorsun. Halbuki biz, hapishanelerin kapılarını açtık ve bütün mahkumları orduya kattık. Kaldı ki; Kızılordu'da, belirli sayıda böyle suçlular bulunmasaydı bile bu ordu yine senin tasavvur ettiğin ideal olamazdı…"
- Stalin


İlk paragraf ile ilgili olarak tekrar Djilas’a döndüğümüzde; "...Yugoslav ve Sovyet liderleri arasındaki ilk çatışmanın sebebi benim bu sözlerimle diğer birkaç meseleden ibaretti…"

"KENDİ YOLUNA, KENDİ IŞIK TUTMAK..."
Burada Sovyetlerin sıkıntısı; kendi ordularının kapitalist ordular ile kıyaslanması, Djilas’ın bu benzetmeyi kibir manyağı Stalin ve yalakalarının gözlerinin içine baka baka söyleyebilmesiydi.
II. Dünya Savaşı ve sonrasında tüm doğu Avrupa ülkelerini kendi çıkarı ve amacına uygun olarak dizayn etmek isteyen Stalin, Yugoslavya’da aradığını bulamadı. Keza Yugoslav komünistleri ya da şanlı adları ile Partizanlar daha en başından kendileri ve diğer ülkelerde Naziler’e karşı mücadele veren direnişçiler için benimsedikleri, "Herkesin kendi muhitine göre kendi yoluna yine kendisinin ışık tutması" söyleminden geri adım atmamışlardı.
Stalin ise avucunun içinde olandan başkasına güvenmeyen yapısı ve polisinin kontrolü haricinde olan herkesi onun için fırsat kollayan düşmanlar olarak değerlendirmesi sebebiyle daha en başından Yugoslavya’da olanları şüphe ve küçümseme ile takip etti.

ANLAYIŞ VE SAYGI...
Halbuki Yugoslavlar kendi başlarına Naziler’e karşı kurtuluş ve devrim yolunda ilerlemekte, bu konuda sosyalizm ana vatanı diye
niteledikleri, her anlamda idealizmin ideali gördükleri Sovyetlerden anlayış ve saygı beklemekteydiler. Fakat Stalin her fırsatta onları küçümsemeye ve onlardan şüphe etmeye devam etti. Öyle ki savaş biter bitmez tüm ajanlarını Yugoslav KP'si içinde örgütleme yoluna gitti. 

Yugoslavya ve Arnavutluk’un birleşme konusunda anlaşmaya vardıkları noktada işi yokuşa süren yine Stalin oldu. Hatta ve hatta kendisinden habersiz böyle bir anlaşmaya varılmasını öfke ile dile getirdi. Bu öfke Tito ve diğerleri için ne kadar etkili olmuştur, yaşananlarla ortadadır. Aynı öfkenin Enver Hoca üzerindeki etkisi ise yine tarihteki yerinde durmaktadır.

'AMBARGO TEHDİDİ'
Yine Yunanistan iç savaşında, İngilizler’e söz verip Yunanistan komünistlerine sırt çeviren Stalin olmuştur. Aynı dönemde Tito ise Yunan partizanlarına desteği esirgememiş, bu desteği ortaya çıkaran ve kaba tabirle batılılara ispiyonlayan ise Stalin olmuştur. Bu ispiyon sonrası özellikle ABD ambargo tehdidi tarzında laflar etmiştir. Bu ve bunun gibi daha birçok örnekle ne vakit çalmak ne de aynı şeyleri tekrar etmek istemiyorum. İşin kavramsal ve teorik yanı hakkında kendi adıma yeterli bilgim yok olsa da, bu konuda bilgisi olan arkadaşların paylaşımı olursa mutluluk duyarım.

Son söze gelirsek; Yugoslavya ve SSBC ya da daha doğru tabirle Stalin ayrışmasının sebebi her durum ve koşulda kendisine biat edecek köleler yaratmak isteyen bir adamın karşısına dikilmiş gururlu insanlardır. İdeolojik söylemler ise benim nazarımda bahanelerdir. Bu yazıda şunu da vurgulamak isterim ki, yazı tamamen benim olayları araştırırken edindiğim kaynak içerikleri ve kavramamla alakalıdır. Bu yazının konusunun bilir kişisi değilim. Bu sebeple eksik ya da hatalı taraflar var ise naçizane affola.


Zivela S. F. R. Jugoslavija zauvjek Bratstvo i Jedinstvo -ve tabii ki- Druze Tito Mi Ti Se Kunemo.

8 Mart 2016 Salı

YUGOSLAVYA'NIN SIRADIŞI FEMİNİSTİ: SANJA IVEKOVIC

Yazan: Merve Cerlek
Twitter: @mervecerlek

Bir zamanlar var olan, artık sadece hepimizin özleminde ve hikayelerinde yer alan sosyalist düzen Tito'nun Yugoslavyası kadını nasıl görüyordu? Siyasi ve ideolojik olarak sosyalizmden kapitalizme geçiş; toplumda kadın algısını ve temsilini nasıl etkiledi? Kapitalizmle birlikte sansasyonel magazin ve kadın portrelerinin çoğalmasına bağlı olarak çıplak kadın vücudu Yugoslav medyasında yaygın bir hale geldi... Kadınların artık yeni bir rolü vardı; 'seks sembolü'.

'FEMİNİST SANATÇI'
Bu bağlamda Hırvatistan'da kendisini ilk 'feminist sanatçı' olarak lanse eden 40 yılını sanata adamış sanatçı Sanja Ivekovic'ten bahsetmek gerek. 1968-1971 yılları arasında Zagreb Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde eğitimini tamamlayan Sanja Ivekovic, sanat kariyerine 1970'li yılların başında kadınların görünmez olan tarihsel sosyal yapısı gibi derin konuları irdelemek ve keşfetmek için kültürel estetiği manipüle ederek başlar. Çalışmalarının çoğunda kendi hayatını ve kadınların toplumdaki yerini baz alır.
Double Life (1975) çalışmasında, ithal magazin dergilerinde bulduğu reklamlarla kendi 66 fotoğrafını yan yana getirerek, tüketim toplumu ve güçlerinin kadın kimliği inşasında nasıl rol oynadıklarını pekiştirdi. Reklam kampanyaları ve medyada kadınların 'seks sembolü' olarak görülüp, kadın bedeninin kullanılarak aşağılanmasını eleştirdi.



Genç kızların cinsel bir obje olarak görülmesi özellikle moda endüstrisinde günümüzde dahi büyük bir sorun iken Ivekovic, 1976 senesinde Black File çalışmasında, medyanın genç kızları cinselleştirme çalışmalarını eleştirdi.
Modellerin görüntüleri köşe yazısındaki makalelerde 'kayıp kişiler' başlığında kayıp genç bir kızın bile erotik bir obje olarak manipüle edilip edilmediği sorusunu yakarıyordu. Make Up-Make Down (1978) video çalışmasında, makyaj ve kozmetik cerrahi ile ritüel çekicilik üzerine odaklandı. Videoda yüzü gözükmeyen, sadece ellerine vurgu yapılan kadının en son çıkan kozmetik ürünlerini denediğini görüyoruz.

TİTO'YU PROTESTO ETTİ
 
Sanat kariyerinin başında, Sosyalist Tito rejimine muhalif olan New Art Practice akımı ile yol alan Ivekovic, aynı zamanda Yugoslavya sanat tarihinde kendisini feminist sanatçı olarak tanımlayan ilk kadın sanatçılardan birisi... New Art Practice grubunda çok fazla erkek sanatçı yer almasına rağmen kadın sanatçı sayısı azdı. Bağımsız sosyalist bir düzen olan Yugoslavya'da 'feminizm' batının dayatması olarak görüldüğü için gruptaki erkekler feminizm kelimesini kullanmaktan ısrarla kaçındılar.
Kadının görmezden gelindiği ve cinsiyetten bahsedilmeyen böyle bir düzenden rahatsızlık duyan Ivekovic, Triangle adlı çalışmasında 10 Mayıs 1979 Zagreb'de Yugoslavya Devlet Başkanı Josip Broz Tito'nun konvoyunun geçişi sırasında balkonda otururken kitabını okuyup, viskisini yudumlayıp mastürbasyon eşliğinde bir güvenlik yetkilisi gelip kendisini ikaz edene kadar 18 dakikalık bir performans sergileyerek Tito'yu protesto ediyor. Fotoğraflar şu üçgene işaret ediyor; evinin balkonunda oturan sanatçı, çatıdaki askerin silüeti ve aşağıdaki kalabalık. Dört siyah beyaz fotoğraf ve bir açıklama metni olarak sergilenen Triangle, 1970'lerin en meydan okuyan sanat çalışması olarak geniş yankı buluyor.


'KADINA ŞİDDET'E DİKKAT ÇEKTİ
Yugoslavya'nın dağılma süreciyle başlayan savaş ekonomiyi kötü yönde etkiledi, yoksulluk, işsizlik alkol ve madde bağımlılığı arttı. Bunun sonucunda 1992'den 2000'lere kadar kadına şiddetin ve kadın sığınma evlerinin arttığını gözlemleyen Sanja Ivekovic, Türkiye'de Mor Çatı olmak üzere Avrupa'daki farklı sığınma evlerinde şiddet mağduru kadınlarla bir araya gelerek Sunglasses çalışmasını ortaya koydu. Güneş gözlüğü reklamlarında yer alan güzel ve çekici top modellerin üzerine farklı kadınların isimlerini ve hayat hikayelerini yazarak ironi oluşturdu. Ivekovic'in bu eserdeki amacı, herkesin alışmış olduğu güzellik kaidelerine sahip modellerin yüzlerine bakan insanların alt metinde yer alan şiddet gören 'sıradan' kadınların hikayelerini okuduklarında insanlarda 'bu işte bir gariplik var' hissi uyandırmaktı.
Siyah güneş gözlüğü tercihiyle, tacize ve şiddete uğramış kadınların yara berelerini gizlemek için koyu renk güneş gözlüğü kullanmalarına gönderme yapıyor. Türkiye'de birkaç farklı dergiye haber olan sanatçının Sunglasses çalışması o dönemde İstanbul'un farklı bölgelerinde de poster olarak sergilendi.

HAMİLE GOLDEN LADY
2001 senesinde Sanja Ivekovic, Luksemburg'da savaştan kalma The Monument of Remembrance (Hatıra Anıtı) yaygın bilinen adıyla Gelle Fra-Golden Lady (Altın Kadın) heykelinin yakınına 'Lady Rosa of Luxembourg' heykelini yerleştirdi. Heykelin başlığı ünlü Alman Marksist teorisyen Roxa Luxemburg'a atıfta iken aslında Golden Lady'nin hamile bir kopyasıydı.
Ivekovic, bu çalışmasında toplum içinde kadının durumunu vurgulamayı amaçladı. Kadınların toplumdaki statüsü ve kadınlara atfedilen rol ve niteliklerle birlikte klişeleşmiş 'bakire', 'hamile' veya 'fahişe' şeklindeki etiketleri eleştirdi. Hamile Lady Rosa formu ile kadınların çocuk doğurma rolünün yanı sıra karşılaştıkları cinsel şiddete değindi.


TÜRKİYE-İSTANBUL BAĞLANTISI
Daha önceki senelerde Mor Çatı ile birlikte ortak bir çalışma yürüten Sanja Ivekovic'in Türkiye bağlantısı bununla sınırlı kalmayıp diğer sanatsal faaliyetlerle devam etti. 2009 senesinde 11.İstanbul Bienali Kapsamında gerçekleştirdiği Turkish Report 09 (Türkiye Raporu 09) adlı çalışması bulunuyor. Türkiye'de basında yer alan kadına şiddet ve kadın hakları üzerine yapılmış çalışma ve sivil toplum örgütlerinin raporlarının yer aldığı haberleri kırmızı renkli kağıtlara bastırıp, buruşturulmuş bir şekilde bienalın gerçekleştiği mekanın yerlerine atmış. Bu çalışmasında Ivekovic, Türk basınında yer alan kadın hakları, giderek endişe verici hale gelen kadın ve namus cinayetleri ile ilgili raporlara asıl üzerinde durması gereken yetkili kişi ve makamlar tarafından çöp muamelesi yapıldığını vurguluyor.

67 YAŞINDA, ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR
Ivekovic, Avrupa ve Amerika'da bir sürü ödül almasına rağmen 2011'de The New York Times'a verdiği röportajında 'sanat dahi işi değil, sadece birkaç insanın işbirliği yaparak yaptığı bir çalışma' açıklamasıyla yaptığı işi minimalize edecek kadar da mütevazı. Röportajın devamında, "Bize yetenek verdiği için Tanrı'ya değil bizi destekleyen insanlara şükran duymalıyız" diyerek hayranlarına ve yol arkadaşlarına göz kırpıyor. Avrupa ve Kuzey Amerika'da uzun yıllar birçok sanatçıya ilham veren Sanja Ivekovic'in kışkırtıcı ve cüretkar çalışmalarının kendi ülkesinde takdir edilmesi maalesef uzun yıllar sürdü. Şu an 67 yaşında olan Sanja Ivekovic, feminist çalışmalarını halen sürdürmekte.

20 Aralık 2015 Pazar

KARADAĞ KAFASI: TEMBELLİK ÜZERİNE 10 TAVSİYE

Yazan: Kadri Bahar
Twitter: @kadrijamusoski

Balkanlarda yaşamak istediğim üç yerden biri olan Karadağ’ın benim nazarımda her zaman ayrı bir yeri oldu. Sadece kendi coğrafi yakınlığı olan ülke insanları için değil mesafe olarak uzak yerlerden de bir çok insanı eşşiz doğal güzellikleri sayesinde çekim alanı haline getiriyor Karadağ. Yakın zamanda AB’ye girmesi beklenen bu ülkeye (nacizane tavsiyem) Türkiye’ye henüz vize uygulamadan gidilmesidir. Giden birçok insanla Karadağ üzerine konuştuğunuzda ve webten kabaca ülke hakkında bir arama yapıldığında ülkenin küçük ve sevimliliği, doğal güzellikleri üzerine uzun uzadıya anlatımları olduğunu göreceksiniz. Fakat bu yazıda Karadağ’lıların buralarda pek bilinmeyen Balkanlarda ise efsaneleşmiş tembelliklerine değineceğiz. Şahsım adına tanıdığım Karadağlılar içerisinde henüz tembeline rastlamadım ve tüm Karadağlıların nezaketine sığınarak, Karadağlılar’ın tembellik üzerine 10 tavsiyesini derledik.


1- İnsan yorgun doğar, dinlenmek için yaşar.
2- Yatağını kendini öper gibi öp.
3- Geceleri uyumak için gündüzleri dinlen.
4- Çalışma, çalışmak öldürür.
5- Dinlenen birini gördüğünde ona yardım et!
6- Çalışabildiğinin en azını çalış, mümkünse işi başkasına yaptır (itele).
7- Gölgeler kurtuluştur, dinlenmekten kimse ölmez (Tarlada çalışanlar için).
8- Çalışmak ölüm getirir, çalışarak erken ölme.
9- Olur da çalışma isteğin gelirse, otur, bekle göreceksin ki geçecek.
10- Yiyen birini görünce yanaş, çalışanı görünce uzaklaş, rahatsızlık verme.