YUGOLAR'IN İLK DÜNYA ZAFERİ...
İşte 1970’te Yugoslavya’da düzenlenen Dünya Şampiyonası’nın hikayesi de anlattıklarımıza dair olumlu ve mutlu sonla sonuçlanmış bir örnektir. 1960’ların başından itibaren Yugoslavya 1950’lerdeki emekleme dönemini atlatmıştır. Yapıyı kurma adına antrenör Nikolic öncü olsa da ilk zamanlar antrenör ithalatı vardı. Lakin 1961 Eurobasket’te alınan gümüş madalya ile beraber Nikolic önderliğinde artık kendi ayakları üzerinde duruyorlardı. Onu 1963 Dünya Şampiyonası'ndaki gümüş izler. Hep madalya sınırında dolaşırlar ama kürsünün en üst basamağı bir türlü gelmek bilmez. Nihayet evlerinde düzenledikleri şampiyonada tepeye tırmanırlar. Belki onlara her defasında engel olan Sovyetler’i yine yenememişlerdir. Ama final grubunda Sovyetler ABD ve Brezilya’ya takılınca Yugolar’ın 70-63’lük ABD galibiyeti tarihlerinin ilk dünya şampiyonluğu anlamına gelmiştir.
TİTO'DAN TEK İSTEK; "TESİSLEŞME GEREKİYOR"
Hikayemiz ve Yugoslav basketbolunun makas değiştirdiği nokta bu andan sonra başlamakta... Uluslar arası alandaki olağan bir başarıda olduğu gibi onlar da devlet katında ağırlanmıştır. Tito huzuruna çıkan oyunculara isteklerini sorar ve aldığı cevap şu minvaldedir, “Ülkemizin insanları basketbola yatkın ve bu sporu seviyor, lakin ülke genelinde tesis ve ekipman sıkıntımız var. Bunun üzerine eğilmemiz lazım.“ Bu cevabı alan Tito tesisleşmeye önem verir ve uçaklar dolusu ekipman getirtmeye başlar. Öte yandan asıl önemli olan insana yatırım devam etmektedir. Fakat bu hamle kuvvetle muhtemeldir ki piramidin en dibinden en tepesine kadar emek gösterenlerin hem gururunu okşar hem de onlara ekstra bir motivasyon sağlar.
Hikayemiz ve Yugoslav basketbolunun makas değiştirdiği nokta bu andan sonra başlamakta... Uluslar arası alandaki olağan bir başarıda olduğu gibi onlar da devlet katında ağırlanmıştır. Tito huzuruna çıkan oyunculara isteklerini sorar ve aldığı cevap şu minvaldedir, “Ülkemizin insanları basketbola yatkın ve bu sporu seviyor, lakin ülke genelinde tesis ve ekipman sıkıntımız var. Bunun üzerine eğilmemiz lazım.“ Bu cevabı alan Tito tesisleşmeye önem verir ve uçaklar dolusu ekipman getirtmeye başlar. Öte yandan asıl önemli olan insana yatırım devam etmektedir. Fakat bu hamle kuvvetle muhtemeldir ki piramidin en dibinden en tepesine kadar emek gösterenlerin hem gururunu okşar hem de onlara ekstra bir motivasyon sağlar.
"PRİME TİME"IN EN ÖNEMLİ AKTÖRLERİNDEN...
Yapılanmasını zaten belli bir noktaya kadar getirmiş Yugoslavya’da bu ikinci bir moral dopingi yapmıştır ve etkileri kısa içinde görülür. 1970’li yıllarda Yugoslavya 3 Avrupa Şampiyonluğu (1973-1975-1977) ve 1978’de bir Dünya Şampiyonluğu daha kazanır. Yerli oyuncu havuzunda artan kalite kulüp düzeyinde de kendisini gösterir. 1972’de Jugoplastika Split Euroleague 1973’te de Saporta Kupası finali oynarken 1974’de Kızılyıldız bu kupayı müzesine götürür. Bunu Partizan ve Split’in Koraç kupasından kazandığı şampiyonluklar ve KK Bosna’nın 1979’da kazandığı Euroleague şampiyonluğu takip eder. Gelecek 10 yılda bir numaralı kupaya damga vururlar. Cibona Zagreb, Partizan ve Split 6 EL şampiyonluğu kazanır. Makedonya Üsküp doğumlu ve oranın ekolüyle de yoğrulmuş Oktay Mahmuti özellikle 1980’lerde o topraklarda basketbolun ve maçların “prime time” adı verilen gün içi zaman kuşağının önemli aktörlerinden biri olduğunu belirtmiştir. Gelen başarılar ülke için tanıtım ve gurur kaynağıdır.
GERİDEN GELENLERLE ARADA FARK GÖZETİLMEDİYapılanmasını zaten belli bir noktaya kadar getirmiş Yugoslavya’da bu ikinci bir moral dopingi yapmıştır ve etkileri kısa içinde görülür. 1970’li yıllarda Yugoslavya 3 Avrupa Şampiyonluğu (1973-1975-1977) ve 1978’de bir Dünya Şampiyonluğu daha kazanır. Yerli oyuncu havuzunda artan kalite kulüp düzeyinde de kendisini gösterir. 1972’de Jugoplastika Split Euroleague 1973’te de Saporta Kupası finali oynarken 1974’de Kızılyıldız bu kupayı müzesine götürür. Bunu Partizan ve Split’in Koraç kupasından kazandığı şampiyonluklar ve KK Bosna’nın 1979’da kazandığı Euroleague şampiyonluğu takip eder. Gelecek 10 yılda bir numaralı kupaya damga vururlar. Cibona Zagreb, Partizan ve Split 6 EL şampiyonluğu kazanır. Makedonya Üsküp doğumlu ve oranın ekolüyle de yoğrulmuş Oktay Mahmuti özellikle 1980’lerde o topraklarda basketbolun ve maçların “prime time” adı verilen gün içi zaman kuşağının önemli aktörlerinden biri olduğunu belirtmiştir. Gelen başarılar ülke için tanıtım ve gurur kaynağıdır.
Milli takımlar
düzeyinde ise tarihlerinin en iyi jenerasyonunu yakalarlar. 1960-1970 arası nesilleri gerçekten efsanedir. Milli takıma giremeyen veya sürekli
oynayamayan isimler dahi çok iyi oyuncudur. Yugoslavlar oyuncuların
seviyeleri arasındaki standart sapmayı en aza indirgemiştir. Artı sadece
oyuncu değil çok önemli basketbol adamları da çıkarmaya başlamışlardır.
Ana fikir şudur ki 1970’de verilen işaret popülizm değil, insana
yatırım ve bunun için gerekli lojistik desteği olmuştur. Nesilden nesle
antrenörlere baktığımızda inşa mirasın hep aktarıldığını görüyoruz.
Nikolic’ten, Dusan Ivkovic’e oradan da Obradovic’e aktarılmış basketbol
kültürünün yanı sıra inşa edilmiş çok kuvvetli mental bir set var. Tabii ki anlattığımız, hikayede verilen türden doğru kararların bir etkisi.
Başarıyı kazanan geriden gelene bunu kendisinin belirlediği bir çıta
veya engel olarak görüp üzerinden yerini sağlamlaştırmaya gitmemiş, ben
yapabilirsem sen de yapabilirsin mantığıyla geriden gelenlere
yaklaşmıştır.. Peki bunun ters örneği basketbol tarihinde yaşanmış mıdır?
BİLİNÇLERİN AÇIK KALDIĞI DÖNEM
1980’lerde yayınlanan Beyaz Gölge dizisinin basketbola olan ilgiye yaptığı olumlu katkı hep söylenir. Tek kanallı dönem ve gündemde çok fazla değişmediği için bilinçler açık kalmıştı. Bir başka şanslı dönem de 1990’ların ortalarında Efes Pilsen’le başlayan hareketlenme 1993’te gelen final sonrası ülkenin çok önemli bir bölümü akşam saatlerinde artık Avrupa’da mücadele eden takımlarımızın maçlarını dikkatle izlemekteydi. O zamanlar ulaşılmaz denilen rakipleri takımlarımız birer birer yenmeye başlayınca o zamanın çocuk yaştaki izleyenleri de bundan olumlu etkilenmişti. Tabii bu belirttiğimiz iki örnek biraz doğaçlama gelişen hadiselerdi. Bu yüzden oluşan olumlu rüzgarı yönlendirme konusunda basketbol konusunda ülke olarak tecrübesizliğimizden dolayı olası hatalar kabul edilebilir.
BİLİNÇLERİN AÇIK KALDIĞI DÖNEM
1980’lerde yayınlanan Beyaz Gölge dizisinin basketbola olan ilgiye yaptığı olumlu katkı hep söylenir. Tek kanallı dönem ve gündemde çok fazla değişmediği için bilinçler açık kalmıştı. Bir başka şanslı dönem de 1990’ların ortalarında Efes Pilsen’le başlayan hareketlenme 1993’te gelen final sonrası ülkenin çok önemli bir bölümü akşam saatlerinde artık Avrupa’da mücadele eden takımlarımızın maçlarını dikkatle izlemekteydi. O zamanlar ulaşılmaz denilen rakipleri takımlarımız birer birer yenmeye başlayınca o zamanın çocuk yaştaki izleyenleri de bundan olumlu etkilenmişti. Tabii bu belirttiğimiz iki örnek biraz doğaçlama gelişen hadiselerdi. Bu yüzden oluşan olumlu rüzgarı yönlendirme konusunda basketbol konusunda ülke olarak tecrübesizliğimizden dolayı olası hatalar kabul edilebilir.
TÜRKİYE, BÜYÜK FIRSAT TEPTİ
Dört sene önce Türkiye'e düzenlenen Dünya Basketbol Şampiyonası’nda, tecrübemizin de olduğu dönemde böyle bir şans elde etmiştik, peki kullanabildik mi? Evinde oynamanın verdiği taraftar desteğiyle de diğer turnuvaların aksine derli toplu görüntü çizen ekibimiz finale gelir ve favori ABD’ye kaybedip gümüşte kalır. Sahaya baktığınız zaman finale çıkmak çok önemli bir başarı ve gümüş madalyada kalmak da normaldir. Turnuva boyunca tüm ilgi basketbolun üzerinedir. Fakat olayın sıcaklığının ve güncel trendde yer alma hırsının verdiği etkiyle popülizmin zirve yaptığı günlerdir. Kimse açık olan bilinçler üzerinden geleceği şekillendirmeyi düşünmez. Hatta çok önemli bir altyapı antrenörü olan Cem Çağal olan biteni burukluk içinde izlediğini söyleyen bir yazı kaleme alır ama dikkate bile alınmaz.
HER ŞEY ESKİYE DÖNDÜ...
Gelecek nesillerin hafızasında iz bırakacak çok önemli mesajlar verilmez. Turnuva sonrası popülizmin artçıları bir süre daha devam eder ve bilinçler yavaş yavaş kapanır. 2011’deki Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda da başarı gelmeyince her şey 2010 öncesi haline geri döner. Önemli bir fırsat kaçmıştır ve üstüne bir de hiç de tasvip etmediğim prim olayı ve tartışmaları işe tuz biber ekmiştir.
ÖNEMLİ BİR AVANTAJIMIZ DA VARDI AMA...
Görüldüğü üzere 1970’te ve
2010’da birbirine çok benzer iki durumda gösterilen iki farklı reaksiyon
vardır. Yugoslavlar 1970’te özellikle oyuncular bazında doğru olanı
yapmış politikacılara hoş görünmek yerine ülkesinin basketbola olan
ilgisini arttırmaya çalışmıştır. 2010 ve hatta 2001 sonrasında ise milli
takımımız hedefe ulaştığını düşünmüştür. İki şampiyonanın da ev sahibi
ülkelerin final oynaması gibi önemli bir ortak noktası olduğunu da
ekleyelim. Artı 2010’da, 1970 yılıyla karşılaştırılamayacak derecede
büyük kitle iletişim araçları avantajı vardı.
DEĞİŞİMİ BAŞLATAN ŞAMPİYONA...
1970 Dünya Basketbol Şampiyonası turnuva tarihi açısından sevinç ve trajedi dolu olduğu gibi bir makas değişimine işaret etmekteydi. Yugoslavların şampiyonalardaki ilk altın madalyasıydı, turnuva bitiminden 3 gün sonra kadroda bulunan Rajkovic hayatını kaybetmişti. Ve tabii üçüncü olarak yukarıda anlattığımız hikaye dünya basketbolunun gelecek 30 yıldaki değişimini başlatıyordu. Sonuç şudur ki bu tür şampiyonalar zaman zaman kazanılan bir kupadan çok daha fazlasını ifade edebilmektedir.
Yazı, Yarısaha.com adresinde Hürol Yöney tarafından hazırlanan Dünya Şampiyonaları Tarihi serisinden alınmıştır. Aslına ulaşmak için: 1970 Yugoslavya
Yazan : Hürol Yöney
Twitter: @YoneyHurol
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder